bugün

entry'ler (1425)

evetçilere açık mektup

o değil de... hal-i hazırdaki anayasa kimin işine yarıyordu? örneğin hsyk ve anayasa mahkemesi'nin yapısı ile ilgili maddeler kimin işine yarıyordu?

askerlerin her işledikleri suçtan ötürü askeri mahkemede yargılanması kimin işine yarıyordu?

hsyk, askeriye, anayasa mahkemesi ve daha niceleri sen-ben-bizim oğlan mantığı ile kadrolaşıyor ardından verdiği kararlar ile bu milletin belini kırmıyorlar mıydı?

"sevgili evetçiler" diyerek başlayıp ardından saplandığı despot anlayışı kelimeleri ile bile bizlere yansıtanların duygu sömürülerine bu milletin karnı tok.

"akp ülkeyi ele geçirecek" diye yaygara yapanlar kafalarına şunu soksun artık: "bu ülkede her üç kişiden ikisi akp'ye oy verdi!" bunun türkçesi şudur: "türkiye'yi bu ülkenin vatandaşları ele geçiriyor, kendilerini bu ülkenin gerçek sahibi sanan bir avuç jakoben ve onların kıç yalayıcısı fukara takımının ellerinden çatır çatır alıyor!"

ahmet altan

genelkurmay başkanlığı'nın hantepe baskını ile ilgili açıklamalarını değerlendirerek, bu günki yazısında genelkurmay'a şu soruyu soran yazar:
-- alıntı --
Ben, Genelkurmay Başkanlığı'na bir soru sormak istiyorum önce.

Hantepe baskınının olduğu gece çekilen bütün Heron görüntüleri elinizde, değil mi?

"Heronlar baskından önce PKK'lıları görmedi" iddianızı kanıtlamak için o geceki bütün Heron çekimlerini yayınlayabilirsiniz, değil mi?

"Biz o geceki görüntüleri sildik" derseniz pek inandırıcı olamazsınız.

Rica etsem, o gece Heronların nerelerde olduklarını, saatleri ve koordinatlarıyla açıklayabilir misiniz lütfen?

Bunlar işin "Heronlar Hantepe baskınına gelen PKK'lıları görmedi, biz onları ancak baskın başladıktan sonra gördük" iddiasıyla ilgili sorular. Ama sorular bu kadar değil elbette.

Genelkurmay diyor ki, "Heron görüntüleri otuz noktadan izlenmedi."

Peki, kaç noktadan izlendi?

O gece Heronların yaptığı çekimler kaç noktadan izleniyordu?

Hantepe'ye baskın yapıldığı anlaşıldıktan sonra helikopterler havalanmış ama Çığlı Suyu Vadisi'nde sis ve toz bulutu olduğu için vadiyi geçememiş.

Geçemediği için de Hantepe'ye ulaşamamış.

Orgeneral Başbuğ, daha önceki bir baskında askerlere neden yardım gönderilmediği sorulduğunda, “yağmur yağdığını” söylemişti.

Siz, yağmur, sis, kar olduğunda bütün yeteneklerinizi kayıp mı ediyorsunuz?

Bakın, şu son üç yılda yaşanan bütün büyük karakol baskınlarında, baskına uğrayanlara yardım gitmedi.

Dağlıca, Aktütün, Sarıyayla, Gediktepe, Hantepe hep aynı kaderi yaşadı.

Hiçbirine yardım gitmemesi tuhaf değil mi?

Üstelik bu baskınların hepsi daha önceden istihbarat tarafından bildirilmişti.

Genelkurmay açıklamasında, Hantepe baskınını yapan PKK'lıların elindeki "doçkalardan" bahsediyor, bu silahların ağırlığı 175 kilo, o silahlar o tepeye, hiç kimseye, hiçbir Heron'a görünmeden nasıl ulaştı, bu konuda bir şey söylemiyor.

Hantepe'de yaralanan bir çocuk, baskından önce "ön mevzilerin boşaltıldığını" anlatmıştı, bu konuda da bir açıklama yapılmıyor.

Hatırlıyor musunuz, Dağlıca'da da aynı şey olmuştu, ön mevziler baskından önce boşaltılmıştı. Başkalarını bilemem ama ben bütün bu yaşananlara baktığımda, ordunun bir bölümünün "savaşın hiç bitmemesini" istediğine dair derin bir kuşkuya kapılıyorum.

Bunu yapmayın.

Yaşanan bu garipliklerin sorumlularını bulup, hesap sorun..
-- alıntı ---

genelkurmay başkanlığı nın hantepe çelişkileri

dünyanın ikinci büyük kara ordusundan bahsedeceğiz birazdan. yüzyıllardır, bu toprakları postallarıyla karışlamış bir ordudan bahsedeceğiz.

öyle bir ordu ki, yıllık kırk milyar dolarlık bir bütçeye sahip.

ve şimdi bu ordunun başı olan genelkurmay başkanlığı, ortaya çıkan heron görüntüleriyle alakalı bakınız nasıl çelişkilerin batağına saplanıyor:

1. Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasında "çatışma başladıktan sonra Heronları bölgeye gönderdik" deniyor ancak Taraf'ın elinde çatışma öncesine ait görüntüler var. Hatta ilk taciz ateşinin açıldığı tepedeki görüntüyü de Heron çekiyor. Ardından da mevzi değiştiren PKK'lılar, askerlerin bulunduğu bölgeye yaklaşıyor. PKK'lıların ilk görüntüsünün alınması ve mevzilere gelme arasındaki zaman aralığı ise yaklaşık 30 dakika.Genelkurmaydahil tüm birimlerin canlı izlediği bu ilk görüntüde emir verilmesi durumunda, bölgeye en uzak yerden bir uçağın Hantepe'ye ulaşması 20 dakika.

2. bir başka çelişki ise Çığlı Suyu Vadisi'ndeki yoğun sis ve toz bulutu nedeniyle yardım helikopterinin bölgeye gidemediği iddiası. Meteoroloji bu iddiayı yalanlıyor. Heronun çektiği görüntüden de bölgede havanın açık olduğu net bir şekilde görülüyor.

necmettin erbakan

türkiye nin en tartışmalı isimlerinden biridir kendisi. aşırı sevenlerinin ve tarafgirlerinin olması elbette bu tartışmaları kızıştırıyor. sevgisini makul seviyede tutanlar sessizce olanları izleseler de, maalesef sevgisinde aşırıya gidip bakışları bulananlar ve tarafgirlik ruhuyla bakışları bulandırmaya çalışanların faaliyetleri erbakan ismini daha da yıpratıyor.

yapılması gereken, sevgiyi ve ilgiyi makul seviyede tutmaktır. hataları da, doğruları da görebilmektir.

necmettin erbakan, türk siyasi tarihinin bir dönemine mührünü vurmuş bir siyasetçidir. siyaset, dışında olanlar tarafından kolaylıkla anlaşılacak bir sistem değildir. içine girenler içinse, ateşten bir gömlektir ve o gömleği giyenleri yakması kaçınılmazdır. buradan hareketle, erbakan ın fikirleri her ne kadar islamî olsa da, siyasetin kaygan zemininde yapılan ciddi hatalar, o fikirleri maalesef gölgelmiştir. esasen erbakan ın doğrularını ve fikirlerini gölgeleyen, onun yaptığı hatalardan öte, müntesiplerinin büyük bir kısmı tarafından hatalarının görmezden gelinmeye çalışılması ya da inkar edilmesidir.

bu konuya örnek olarak, 28 şubat mgk kararları çok manidardır.

28 şubat, bir çok müslüman kişinin ve kurumun kıskaca alındığı ve çok ciddi madur edildiği bir askeri müdehaledir. bu müdehale, necmettin erbakan ın başbakanlığı döneminde olmuştur. necmettin erbakan ın bu müdahale karşısında dik durması ya da durmaması ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber, bir noktada elbette kendi tercihidir. kimileri için o dönemde daha büyük sıkıntılar ortaya çıkmaması için fedakarlık yapmıştır (ki bu fikri savunanların, başka kanaat önderlerinin yaptığı fedakarlıkları elştirme -haliyle- hakkı yoktur.) kimilerine göre ise, sorumluluktan kaçıp kendisini kurtarmış ancak giderken de müslümanlara çok ciddi zarar vermiştir.

konumuz, dik durması ya da durmaması değildir. bu konuyu geçerek asıl meselemize girelim.

toplumda "erbakancı" olarak nitelenen, aslında en doğru ve yakışan ifadesiyle: "milli görüş çizgisinde yer alan" bir çok kişi, 28 şubat mgk kararlarının erbakan tarfından imzalanmadığını iddia etmektedirler ve ne gariptir ki, bu iddialarına şu belgeyi kanıt olarak göstermektedirler:

[http://fotogaleri.haber7....625220090311115931140.jpg]

belgeye dikkatle bakacak olanlar ve birazcık da devlet işlerinde evrak işlemlerinin nasıl yürüdüğünü bilenler, bu belgenin söz konusu belge olmadığını, söz konusu belgenin eki olduğunu anlayacaklardır (ki begenin altında, imzanın hemen üstünde o ibare zaten yer alıyor .)

yukarıda linkini verdiğim belge, erbakan ın bizzat elleriyle imzalayarak bakanlar kuruluna -uygulanması için- gönderilen belgenin ekidir. bu belgeyi önemli kılan, hazırlanmış olması değildir. zira dikkat ederseniz, şu haliyle askerler tarafından hazırlanmış, istek ve tavsiyeleri belirten bir belgedir ve bu belgenin altına başbakan ya da bakanlar değil, belgeyi hazırlayan kişi ya da kişiler imza atar. (ki belgenin altında askerleri temsilen bir orgeneralin imzası mevcuttur.)

peki o zaman esas belge nerede? varsa bu belgede neler yazıyor? varsa belge kim tarafından nerelere havale dilmiştir?

işte esas belge: http://www.aktifhaber.com/images/news/92295.jpg

verdiğim linkte yer alan belgeyi hep beraber inceleyelim:

ilk parağraf: "daha önce bildirdiğimiz üzere 28 şubat 1997 tarihli mgk toplantısında alınan kararlar, 13 mart 1997 tarihinde bakanlar kurulunda müzakere edilmiştir" demektedir.

ikinci parağraf: "mgk da alınan ve bakanlar kuruluna bildirilen hususların (yani 28 şubat kararlarının) bir örneğini size (yani cumhurbaşkanlığı makamına) gönderiyorum."

üçüncü parağraf: "mgk kararlarını uygulayabilmemiz için tavsiyeleriniz varsa bize bildirmenizi rica ederiz."

buraya kadar her şey normal gibi gözükebilir. ancak bitmedi! bundan sonrasını lütfen iyi takip ediniz:

belgenin asıl dikkat edilecek kısmı, belgenin altında yer alan "dağıtım" ve "bilgi" kısımlarıdır. dağıtım ve bilgi kısımlarının ne demek olduğunu bilmeyenler için kısaca anlatayım:

devlet yazışmalarında, uygulanması ya da bilgilendirilmesi gereken konular olduğu vakit, bu uygulama ya da bilgilendirme işi ile görevli makam(burada başbakanlıktır), üst makamdan (burada mgk dan) gelen kararları inceler ve buna uygun bir "kapak yazısı" hazırlayarak şu iki işlemi yapar:

1. ekte bulunan evrakta yer alanları (mgk kararlarını) uygulayacak olan makamları "dağıtım" başlığı altına yazar.

2. kararlar ile ilgili gerekli çalışmaların yapıldığı konusunda bilgilendirmesi gereken makamları ise "bilgi" başlığı altına yazar.

şu an incelediğimiz belge, cumhurbaşkanlığına bilgi maksadıyla yazılmış ve imzalanmış olan bir belge, ancak dağıtım kısmına bir bakın bakalım, aynı belge -elbette uygun kapaklarla- hangi makamlara "uygulanması için" dağıtılmış?

beraber bakalım mı?

o halde buyrun:

1. dışişleri bakanlığı ve başbakanlık yardımcılığına.
2. devlet bakanlıklarına
3. bakanlıklara (yani tüm bakanlıklara)

peki bu belgede yer alan kapak yazısının 3. parağrafını tekrar okuyun bakalım... ne yazıyordu?

sahi belgede kimin imzası vardı?

konuyu burada noktalıyorum.

en başta dediğim gibi erbakan, doğrularıyla ve yanlışlarıyla bir siyasi duruş sergiledi ve siyasi yaşamdan yavaş yavaş ayrılıyor. birilerini "önderlerinizi kutsallaştırıyorsunuz, kutsuyorsunuz, kusursuzlaştırıyorsunuz" diyerek yaftalamadan önce, aynada kendi halimize bir bakmamız gerekmez mi?

ilker başbuğ

görevde bulunduğu süre içinde dilinden düşürmediği cümle: "asimetrik psikolojik harekât" olmuştur. iddiasına göre, türk ordusu bu yöntemle yıpratılmaya çalışılmıştır. ancak sayın başbuğ'un görev süresi içerisinde, tsk'dan türk halkına yansıyanlar bu iddianın doğru olmadığını gösteriyordu.

şöyle ki;

başbuğ, 2008 yılı ağustos ayında, daha göreve gelir gelmez, ergenekon yapılanması konusunda haklarında çeşitli iddialar ortaya atılanların değil; o olayların bilgi ve belgelerini kamuoyuna sızdıranların peşine düştü. ve bu konuda epey de mesafe aldığını 25 ocak 2010'da medya mensupları ile yaptığı görüşmede açıkladı.

başbuğ'un bu açıklamada verdiği bilgiye göre; bilgi sızdırılması kapsamında tam 61 soruşturma açılmıştı. bunun dokuzu yargıya intikal etmiş ve bir tanesi de sonuçlandırılmıştı. aynı kapsamda çeşitli rütbelerde bulunan 10 kişi ise tutukluydu.

bu ne demek oluyordu? şayet sızan bir bilgi yoksa ve ortalıkta dolanan bilgi ve belgeler sahte ise, bu telaş niyeydi? yoksa bu telaş, ergenekon soruşturması kapsamında sızan bilgi ve belgelerin doğru olduğunun bir kanıtı mıydı? evet kanıtıydı çünkü, en az belgeler ve bilgiler kadar sızdıranlar da askeri yargıya intikal edecek ve tutuklanacak kadar gerçekti.

başbuğ, eğer sızdıranlar yerine sızanların üzerine gitseydi ve daha o günlerde, haklarında bilgi ve belgeler çıkan askerleri açığa alsaydı, belkide emekliliğinin geldiği şu günlerde "türk halkının takdir ettiği başarılı bir general" olarak alkışlanıyor olacaktı.

gerçi, o dönemde yaptığı bir basın açıklamasında: "silahlı kuvvetler'de hata yapanlar olabilir. hata yapanlar olursa biz silahlı kuvvetler içinde barındırmayız. bu yapılanmalarla ilgili bazı konularımız var." demişti demesine ancak bu söz, "baki kalan şu kubbede, hoş bir seda" olmaktan öteye hiçbir zaman geçemedi.

görev süresi boyunca başbuğ'un hedefinde, menfi fiil işlediği iddia edilenler ve bu konularda hakkında -kurumlardan onaylı- belgeler ortaya çıkanlar değil, o olayları dışarıya sızdıranlar yer aldı.

göreve başladığı ilk günlerde, belkide yaşamının ve kariyerinin en büyük hatasını yaparak; kocaeli'nde görevli olan korgeneral galip mendi'yi, kandıra cezaevi'ndeki ergenekon sanıklarından hurşit tolon ve şener eruygur'u ziyarete gönderdi. bu tutumu, selefinin "tanırım iyi çocuktur" gafından daha da tehlikeli bir hareketti. açıkça hukuka göz dağı veriliyor, hakkında soruşturma açılanlara ise "yanınızdayım" deniliyordu ve bunu yapan bir ülkenin genelkurmay başkanıydı.

albay dursun çiçek'in imzasını taşıdığı kriminal incelemelerde anlaşılan "irtica ile mücadele eylem planı" ortaya çıkmış ve sayın başbuğ, bu plana "kâğıt parçası" demişti. ancak zaman, bu planın kâğıt parçası olmadığını ortaya çıkardı.

her yerde, toprak altından silah ve mühimmat çıkıyordu. bu mühimmatların seri numaraları mke'ye sorulduğunda ise mke: "orduya teslim edilen mühimmatlarla aynı seriden" cevabını veriyordu. poyrazköy'de çıkan mühimmatlar da bunlardandı ve başbuğ, bir law silahını eline alıp: "boru bu boru" demişti. ne gariptir ki, çok geçmeden başbuğ'un yine yanıldığı anlaşıldı. çünkü söylediği gibi o mühimmat bir "boru" değildi.

döneminde, ergenekon soruşturması muvazzaflara kadar uzanmış, ayrıca emekli üst düzey pek çok general soruşturma kapsamında ifadeye çağrılmıştı. halkın ve hukukun yanında olması beklenen general, ifadeye çağırılan askerlere arka çıkmış, özellikle saldıray berk konusunda işi adalete bırakmadan açıklamalar yapmıştı. ülkenin genelkurmay başkanı, üstü kapalı bir şekilde hukuka baskı yapmayı bir türlü bırakamıyordu.

mit'in tespitlerine göre, subaylar arasında geçtiği iddia edilen bir konuşmada: "heronları düşürelim, çok zayiat veriyoruz" sözleri geçmişti. bu skandal patladığı zaman yeryerinden oynamış ve sayın başbuğ'dan tatmin edici bir açıklama beklenmişti. peki o ne yaptı? ses kaydında adı geçen tuğgeneral mustafa ilhan'ın insansız hava araçlarının bağlı bulunduğu diyarbakır'daki 8. ana jet üssü'ne komutan olarak atadı.

başbuğ sessiz bir insan değildi; onun döneminde kuvvet komutanları hep susuyor o ise hep konuşuyordu. ancak ne gariptir ki, "bilgi sızdırdıkları için ceza alan ve ordudan atılanlardan" bahsettiği kadar "kağıt parçası, boru, heron, aktütün, dağlıca ya da pkk'lıları çoban zannedip dokunmayan veya kekik toplayan vatandaşları terörist zannedip öldürenlerle ilgili" bir türlü konuşamıyordu.

ve hazin son!

gidiyorsun ey komutan! kısa bir süre sonra yaptırdığın o muhteşem köşküne çekilecek ve ardında bıraktığın şu fotoğrafı denizden esen serin yellerin eşliğinde seyredeceksin... ama unutma "hesap sorucu olarak allah yeter!"

anayasa mahkemesi

12 eylül 2010 tarihinde halk oylamasına sunulacak olan anayasa değişiklik paketinde şu değişikliklere uğrayacak olan kurum:

1. halen 11 asil 4 yedek üyeden oluşan Anayasa Mahkemesi 19 asil üyeden oluşacak.

2. TBMM 2 üyeyi Sayıştay Genel Kurulu'nun gösterdiği 3'er aday arasından, 1 üyeyi ise baro başkanlarının avukatlar arasından göstereceği 3 aday arasından gizli oylamayla seçecek.

3. Cumhurbaşkanı 3 üyeyi Yargıtay, 2 üyeyi Danıştay, 1 üyeyi Askeri Yüksek idare Mahkemesi'nce gösterilecek 3'er aday içinden, 3 üyeyi ise YÖK'ün kendi üyesi olmayan Yüksek Öğretim Kurumları öğretim üyeleri arasından göstereceği 3'er aday içinden seçecek.

4. Cumhurbaşkanı 7 üyeyi ise direkt olarak atayacak. Cumhurbaşkanı 5 üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar veya Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından, 2 üyeyi ise yüksek öğrenim görmüş, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasından seçecek.

5. Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süreleri sınırlanacak. 12 yıl için seçilecek olan üyeler, 2 defa üyeliğe seçilemeyecek.

6. Mevcut uygulamada Anayasa Mahkemesi'ne sadece anamuhalefet partisi, cumhurbaşkanı ve 110 milletvekili gidebiliyor. Değişiklikle kişisel başvuru hakkı tanınıyor. Buna göre, kişiler, ''Anayasa şikayeti'' başvurusunda bulunabilecek.

şimdi bir düşünelim...

toplam 19 asil üyenin;

tbmm 2 üyeyi Sayıştay Genel Kurulu'nun teklifiyle seçecek.

tbmm 1 üyeyi baro başkanlarının teklifiyle seçecek.

cumhurbaşkanı 3 üyeyi yargıtay'ın teklifiyle seçecek.

cumhurbaşkanı 2 üyeyi danıştay'ın teklifiyle seçecek.

cumhurbaşkanı 1 üyeyi Askeri Yüksek idare Mahkemesi'nin teklifiyle seçecek.

cumhurbaşkanı 3 üyeyi yök'ün teklifiyle seçecek.

cumhurbaşkanı 5 üyeyi üst kademe yöneticilerinden, serbest avukatlardan ve anayasa mahkemesi ropörtörlerinden seçecek.

cumhurbaşkanı 2 üyeyi yüksek öğrenim görmüş tc vatandaşları arasından seçecek.

pekî, anayasa mahkemesinin üyelerini, devletin temel kurumlarının teklif ettikleri kişiler arasından seçecek olan tbmm'yi ve cumhurbaşkanı'nı kim seçecek?

(bkz: halk)

durum buyken, anayasa mahkemesi aynen tbmm ve cumhurbaşkanlığı makamı gibi halkın tercihlerini yansıtmış olmayacak mı? şu tabloya göre, geçmişte yaşanan çarpıklıklara bir son verilmiş olmayacak mı? devletin hangi kurumuna bu konuda söz hakkı verilmemiştir? yargıtaya mı? danıştaya mı? Askeri Yüksek idare Mahkemesi'ne mi? sayıştay'a mı? barolara mı? yök'e mi?

bu tabloya göre anayasa mahkemesi daha demokratik ve daha adil bir işlerlik kazanmıyor mu?

hakim ve savcılar yüksek kurulu

12 eylül 2010 tarihinde halk oylamasına sunulacak olan anayasa değişiklik paketinde şu değişikliklere uğrayacak olan kurum:

1. değişiklikle hsyk'nın halen 7 olan asıl üye sayısı 21'e, 5 olan yedek üye sayısı ise 10'a çıkarılıyor.

2. hsyk'nın dört asil üyesi, yüksek öğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından cumhurbaşkanı'nca belirlenecek.

3. bir asil ve bir yedek üyesi anayasa mahkemesi raportörleri arasından anayasa mahkemesi'nce seçilecek.

4. üç asil ve iki yedek üyesi yargıtay üyeleri arasından yargıtay genel kurulu'nca seçilecek.

5. bir asil ve bir yedek üyesi danıştay üyeleri arasından danıştay genel kurulu'nca seçilecek.

6. yedi asil ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hakim ve savcıları arasından adli yargı hakim ve savcılarınca seçilecek.

7. üç asil ve iki yedek üyesi ise, idari yargı hakim ve savcıları arasından idari yargı hakim ve savcılarınca seçilecek.

8. üyeler dört yıllığına seçilecek ve üyelik süresi dolan tekrar seçilebilecek.

şimdi bir düşünelim...

toplam 21 asil ve 10 yedek üyenin;

cumhurbaşkanı > 4 asil üyesini.

anayasa mahkemesi > 1 asil 1 yedek üyesini.

yargıtay genel kurulu > 3 asil 2 yedek üyesini.

danıştay genel kurulu > 1 asil 1 yedek üyesini.

adli yargı hakim ve savcıları > 7 asil 4 yedek üyesini.

idari yargı hakim ve savcıları > 3 asil 2 yedek üyesini seçecek.

adı üstünde "hakimler ve savcılar yüksek kurulu" yani hakim ve savcıların kaderlerini tayin eden ve ülkenin hukukî temellerini kuran bir kurul ve bu anayasa paketi ile tüm hukukî kurumlar bu kurula üye seçebilecek!

şimdi bir düşünelim bakalım, hsyk daha demokratik ve daha adil bir işlerlik kazan mıyor mu?

hanefi avcı

(bkz: fethullah gülen in hanefi avcı açıklaması)

fethullah gülen in hanefi avcı açıklaması

Bugün bazı gazetelerde Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın yazdığı bir kitaba atfen, Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında gündeme getirilen hayali iddialara Hocaefendi'nin avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamadır:

"Hürriyet, Milliyet ve Vatan Gazetelerinin 20 Ağustos 2010 tarihli nüshalarında yapılan yayınlarda, Eskişehir il Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın bir kitabına dayanarak, müvekkilim Sayın Fethullah Gülen hakkında tamamen hayali, asılsız iddialara yer verilmiştir.

Sözkonusu yayınlar, bütün devlet kuruluşlarını ve idarecilerini zan altında bıraktığı gibi; müvekkilimi de illegal bir örgüt kurarak devletin tüm kurumlarını ele geçirmek ve yönetmekle suçlayarak, kişilik haklarına hukuka aykırı olarak çok ağır, haksız ve mesnetsiz saldırı teşkil etmektedir.

Kamuoyu tarafından bilindiği üzere, belli dönemlerde bazı medya organlarında müvekkilim aleyhinde bir takım iddialar tekraren yayınlanarak karalama kampanyaları yürütülmektedir. Oysa, bu iddialara ilişkin olarak açtığımız birçok dava sonucunda, iddiaların gerçek dışılığı kesinleşmiş yargı kararlarıyla kanıtlanmış ve iddia sahipleri çeşitli ceza ve tazminatlara mahkum edilmiştir.

Bu tür yayınlar nedeniyle müvekkilim hakkındaAnkaraDGM'de açılan ceza davasında da, 81 il Emniyet Müdürlüğü ve diğer resmi kurumlar tarafından yapılan araştırmalarda müvekkilime atfedilebilecek suç teşkil eden bir eylem ve bir suç örgütü tespit edilememiştir. Sonuç olarak yapılan yargılama sonucunda oybirliği ile müvekkilimin beraatına karar verilmiştir. Beraat kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından "suç işlemek üzere örgüt kurduğu yolunda mahkûmiyetine yeterli, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediğı" gerekçesiyle oybirliği ile onanmıştır. Böylece müvekkilimin masumiyeti kesinleşmiş yargı kararı ile sabit olmuştur.

Sayın Gülen'in beraatını hazmedemeyen bazı çevreler, çok sayıda silahlar, bombalar, suikast planları ele geçirilen Ergenekon Silahlı Terör Örgütü davasını fırsat bilerek, "Devlet kurumlarında Fethullah Gülen'in örgütlendiği" iddialarını tekrar gündeme taşımışlar ve kesinleşmiş yargı kararına rağmen infaza devam etmişlerdir.

Bugünkü yazılarda da, hükümeti devirme planları ve bu kapsamdaki eylemleri nedeniyle yargılanan davalardaki sanıkların savunulması ve masum gösterilmeye çalışılması dikkat çekicidir. Bu durum, yayınlardaki yargılamayı etkileme, müvekkilim üzerinden yargıyı ve kamuoyunu yanlış yönlendirme amaçlarını açıkça ortaya koymaktadır.

Bu iddiaların, halen Eskişehir il Emniyet Müdürü makamında bulunan ve bütün bu hukuki süreçlerden haberdar olması gereken Hanefi Avcı tarafından sadece "duyumlara" dayalı olarak ileri sürülmüş olması da oldukça manidardır. Üstelik, SayınDeniz Baykaltarafından bizzat açıklama yapılan bir konuda dahi müvekkilimi suçlamasına anlam vermekte zorlanıyoruz.

iddiaları gündeme getiren medya kuruluşları, Ergenekon davası nedeniyle uzun süredir "hukuka saygı", "hukukun üstünlüğü", "masumiyet karinesi" gibi kavramlara vurgular yapmaktadırlar. Burada sormak istiyoruz: Sayın Gülen sözkonusu olunca bu kavramlar neden hukuk literatüründen çıkarılmaktadır? Bırakalım "yargısız infazı"; neden "yargı kararlarına rağmen infaz" yapılmaktadır? Sayın Gülen'e suç isnatlarında bulunanlar, gerçekte ne tür amaçlar taşımaktadırlar? Bu soruların cevaplarını sağduyu sahibi vatandaşlarımızın en iyi şekilde takdir edeceklerine inanıyoruz.

Bu vesileyle tekrar belirtmek isteriz ki; Sayın Gülen şahıslarla, kurum ve kuruluşlarla, politik hesaplarla değil; fikirler alemiyle alakadardır. Düşüncelerinin ve faaliyetlerinin eksenine insanı ve evrensel değerler çerçevesinde insanlığa hizmeti koymuş olup, yasalara aykırı hiçbir faaliyeti de bulunmamaktadır. Kamuoyuna saygılarımızla arzederiz.

AV. ORHAN ERDEMLi
FETHULLAH GÜLEN VEKiLi"

hanefi avcı

daha kitabından 1 sayfa okumadan "savunulan ve haklı ilan edilen" adam.

hey gidi hey. ergenekona dokunuyor değil mi ucu...

türk halkına açık mektup

Başbakan Erdoğan'ı proğramına konuk eden Yiğit Bulut'un yaşadığı mahalle baskısını anlattığı ve türkiye'nin kokuşmuş -sözde- elitlerini rezil ettiği yazısı:

"Bu ülkede yerleşik düzene biat etmeyen bir Başbakan'a, başbakanlara davranılması gerektiği gibi yaklaşmak ne kadar büyük suçmuş! Oysa Başbakan dediğin nedir ki; pijamayla karşılarsın, kapıya kadar bile geçirmeden, oturduğun yerden uğurlarsın! Gazetede görmeden işe aldığın 20'li yaşlardaki editöre hakkında istediğin haberi yazdırırsın!

Sevgili dostlarım, kaç gündür, basının bir bölümündeki şahsıma yöneltilen organize saldırıyı gülerek ve aslında bu ülke adına üzülerek izliyorum. Suçumuz, Başbakan'a kendini ifade etmesi için imkân sağlamak ve öteki gibi davranmamak! Başbakan dediğin nedir ki; birinci derece suçlu! Hele Erdoğan, onlara göre tam bir öteki!

Neden mi? Onların düşündüğü gibi düşünmez, onlar gibi yaşamaz, onlar gibi giyinmez; kızı-oğlu ellerinde içki kadehleri Reina'da, Çeşme'de sabahlamaz; eşi kumar masalarında yığılıp kalmaz! Hazine bonolarından aldığı faizi yediği anlar dergilere kapak olmaz!

O tam bir ötekidir, hayat tarzı onlara göre farklıdır ve cezalandırılması gerekir! Hatta o kadar ötekidir ki; kızları başını örttüğü için bu ülkede okuyamaz! Suçu bu kadarla da kalmaz. Onların taptıklarına tapmaz, biat ettiklerine etmez, yerleşik düzenin çarklarına su taşımaz, doğru veya yanlış kendi inandıkları ve kendi yolu vardır. Tekrar ediyorum; doğru veya yanlış önemli değil; kendi yolu vardır ve asla sermayenin tahakkümüne girmez.

Sevgili dostlar, son yaşananlardan sonra şunu çok net bir kez daha gördüm: Bu ülkede çıkar odaklarının kol kola girdiği iğrenç derecede kokuşmuş kirli bir tabaka var. Yıllarca bu ülkenin kanını emmişler, bu da yetmemiş basın diye karşımıza çıkardıkları şaklabanlar ile istediklerine inanmamızı sağlamışlar, içeriden ve dışarıdan öyle kenetlenip, o kadar korkunç bir rant mekanizması kurmuşlar ki; kendi değirmenlerine su taşımayan herkesi öteki ilan etmişler...

Ey Türk halkı, yıllarca hakkın olan her şeyi, sana karaborsa sırasıyla satan, devletten aldığı kredilerle kendi burjuva devrimini yapan, kanarya sevenler derneğinden farklı statüsü olmamasına rağmen kurduğu yapılara yarattığı gazeteci parçalarını aklen ve ruhen biat ettirip senin karşına çıkaran, yılda 50 milyar dolar faizi cebine indiren, irtica-terör algılamasıyla seni tehdit haline getirtip Türk askerini dahi kendi oyununa alet eden, seni yok sayıp kanınla, terinle beslenen bu kirli düzenin sonu geldi! Evet, yanlış okumuyorsunuz; bu çırpınışın altında son perdenin acısı yatıyor.

Şimdi tasfiye zamanı! Bu düzen çökecek, medyadan finans sistemine, sermaye piyasasından basının en küçük noktasına kadar çöreklenenler yok olacak ve yok olurken bu halka hesap verecek!

Ey çöreklenenler ve onların borazanları; sizin için veda vakti. Ama bu veda ve arkasından gelecek seda, şairin dediğinin aksine hiç ama hiç hoş olmayacak.
Efendiler, saldırın, gücünüzün son damlasına kadar saldırın, ama şunu da bilin ki; zaman aleyhinize işliyor ve siz tükeniyorsunuz. Güle güle gidin, bizleri de unutmayın.

Son söz: Türk halkı, sokaktaki işsizinden karargâhtaki kurmay subayına kadar neyin ne olduğunu çok ama çok iyi analiz etmeli ve algılamalı. Bu ülke hepimizin ama bizler yıllarca itilip kakıldık, sistem dışına sürüklenerek her alanda ötekileştirildik! Dışlanmayı sadece maddi güç anlamında almayın; en üst rütbeli asker olursunuz ama onların olmadığınız için hep kötüsünüzdür, başbakan olursunuz ama onların olmadığınız için dışarıda kalırsınız, medya patronu olursunuz onlarla işbirliği yapmazsanız saldırıya uğrarsınız. Onlar istemeden onların kestiği ormanlara taşeron olarak inşaat bile yapamazsınız, hatta işçi bile olamazsınız...

Uzun lafın kısası; uyan güzel halkım uyan! Bu ülke senin, sahip çık! Çık ki; çocuğun da bu yerleşik sistemin kölesi olmasın..."

kuranda allahın kafasının karışık olma durumu

1. bakara suresi 106. ayette hiç bir surette "nesh" uydurmasına bir dayanak yapılamaz!

çünkü, ayetin öncesinde yer alan ayetler, ehl-i kitab'a yönelik hitaplardır. özellikle yahudilerin sinirlendikleri durum: "harut ve marut adında iki meleğin gönderilerek sihir öğretimine izin veren Allah ın, şimdi neden onu yasakladığı" ve "yapana da, yaptırana da cehennem vardır" dediğidir. yani madem "harut ile marutu gönderip öğrettiğini yalanlamıyor ve kur an-ı kerim de bunu söylüyorsun peki şimdi ne değişti de sihri haram kılıyorsun? hükmü neden değiştiriyorsun?" diyorlar akılları sıra.

kısaca, kur an-ı kerim in içerisinde nesh edilmiş ayet yoktur! bulan göstersin!

2. bir takım insanlar tarafından yanlı anlaşılan ve bir takım insanların özellikle çarpıtmaya gayret ettiği ayettir.

bu ayette iddiaya göre allah hesap hatası yapmıştır. oysa durumun böyle olmadığı aşağıda ispat edilmektedir. resmin bir kısmına bakarak tablo hakkında yorum yapmaya kalkışmanın sonu elbette yanlı anlamaktır.

şöyle ki:

enfal suresi 56-57-58-59-60 ve 61. ayetlerde açıkca açıklandığı üzere bedir savaşı kaçınılmaz olmuştu.

ancak savaşacak iki taraf arasında ciddi farklar vardı. sayıca üstünlük gayri müslimlere aitti. ayrıca savaş ve teknikleri konusunda deneyimli insanlar da gayri müslimlerdeydi. bu durum da müslümanların psikolojik olarak hazırlanmasını gerektiriyordu.

herşeyden önce müslümanların lideri ve rehberi olan peygamber efendimizin savaşa ruhen hazır hale getirilmesi lazımdı. enfal suresinin 62-63 ve 64. ayetleri tam da bu işi görüyorlar ve burada allah resulü'ne güven telkin ediliyordu.

ardından gelen -söz konusu- 65 ve 66. ayetlerde ise müslümanların savaşa ruhen hazırlanmaları sağlanıyordu.

şöyle ki:

enfal suresi 65. ayetin ilk cümlesinde: "sen, ey peygamber! savaşta ölüm korkusunu yenmeleri için inananları yüreklendir - teşvik et." denilmektedir!

ayettin bu kısmında geçen "harrıd" kelimesidir. bu kelime "teşvik et" anlamına gelmektedir. bu sözcüğün kendisinden türediği "harrad", "maddi ya da manevi yok oluş, tükeniş, psikolojik çöküş, zihni direncin yok olması" anlamına gelmektedir. "marradahu" sözcüğü nasıl ki: " onu hastalıktan arındırdı" anlamına geliyorsa, "harradahu" sözcüğü de "onu psikolojik ve zihinsel çöküşten kurtardı" anlamına gelmektedir.

ayetin devamında ise, peygamberin bu teşviki gerçekleşirse olacak olay anlatılmaktadır:

"eğer sizden dirençli yirmi kişi olursa, bunlar iki yüz kişiyi alteder; yok eğer sizden yüz kişi olursa, inkarda direnenlerden bin kişiyi alt eder. çünkü onlar derin bir kavrayıştan mahrum bir yığındırlar."

burada açıkca görülmektedir ki, bakara suresi 249. ayette de açıklanan olay hatırlatılarak ve bir önceki "ey peygamber teşvik et!" cümlesinde bahsedilen "teşvikin" gerçekleşmesi halinde, 1 müslümanın, 10 gayri müslim kadar güç, kuvvet ve cesaret sahibi olacağı bildirilmektedir. bu olay, müslümanların isterlerse ulaşabilecekleri bir üst sınırdır. ancak elbette -ki kendi nefsimize vurursak- buna ulaşmak hiç de kolay değildir! kolay değildir ancak ulaşılabilir! insanın kendisiyle alakalı bir durumdur!

66'ıncı ayete bakınca hemen ilk cümlede, müslümanlar üzerinde teşvikin beklenen tesiri göstermediği anlaşılmış ve bu yeni durumda bilinmesi gerekenler söylenmiştir:

enfal suresi 66. ayet: "mevcut şartlarda allah yükünüzü hafifletmiştir; zira sizin güçsüz olduğunu iyi biliyor."

buradan anlaşılıyor ki, peygamberimizin yaptığı teşvik ilk etapta istenilen düzeyde içselleştirilememiştir. kolay değil, islam tarihinin ilk ciddi savaşı ve gerek sayıca, gerekse deneyimce karşı tarafın ütünlüğü var! kınamamalı! tarihi olaylar, yaşanılan dönemin şartlarıyla ele alınıp değerlendirilmelidir!

bu durumda, istenilen boyutta teşvik olunamayan müslümanlara; normal şartlarda zaten üstün oldukları âl-i imran suresi 139'da hatırlatılarak şöyle denilmiştir:

"o halde, sizden dirençli yüz kişi çıkacak olursa, bunlar iki yüz kişiyi alt eder; ama eğer sizden bin kişi çıkarsa, allah'ın izni sayesinde iki bin kişiyi alt eder. zira allah hakta direnenlerle beraberdir!"

evet! görüldüğü üzere ayetlerde ne bir hata vardır ne de çelişki.

sorun bazen; insanın olaylara şaşı bakmasında ve gözlerindeki kusuru kabul etmemesinden kaynaklanmatadır. bazen de, kuran'ı bir tarih kitabı, bir matematik kitabı gibi görmekten ileri gelmektedir.

allah, akıl fikir ve denge nasip etsin dileklerimle.

3. Kur'an-ı kerim'den hüküm çıkartmayı öğrenmek o kadar zahmetli bir iş değildir... (bkz: aramaya inanmak)

mustafa islamoğlu

onu anlamak islamı kavramaktır...

kadir mısıroğlu

türkiye cumhuriye'tinin gelmiş geçmiş en önemli tarihçilerinden birisi.

tabi gerçekler acıdır, batar...

müslüman kızların daha azgın olması

basitlik ve ucuzlukta son noktaya erişmiş olmanın getirisi olan bir tespit...

yandaş yazarlar

nitelemeyi yapanın fikriyatına göre değişecek olan yazarlardır. siyasi yandaşlık, ticari yandaşlık, dini yandaşlık...?

şayet yandaş yazarlar nitelemesiyle; demokrasiden, özgürlüklerden yana ve askeri vesayettin yok olmasından, hukukun vesayetinin sona ermesinden yana olna yazarlar niteleniyorsa... evet o benim!

12 eylül 2010'da "evet" diyecek olan kişiyim.

mütevaziliğimi mükemmel oluşuma borçluyum

ironi ya da kendisini çürüten efsane olarak tnımlanbilecek bir söz. yenilir yutulur cinsden değildir. çoğu insan diliyle ifade etmese de, tavır ve davranışlarıyla bu söylemi ortay koyar.

sigara yasağının aym tarafından iptal edilmesi

14 mart 2003 tarihinden bu güne yaklaşık sekiz yıldır devam eden akparti yönetiminin, oy kaygısı olmadan yaptığı en önemli icraatlaran biridir "sigara yasağı". bildiğiniz üzere türkiye kahvehaneler cenneti bir ülke. köyünden kentine neredeyse hemen her mahallede, genç - yaşlı; çalışan - işsiz yığınla insanın bir araya geldiği ve ne millet ne de vatan adına faydalı bir iş yapmadığı kahvehaneler, malum sigara yasağı ile tam biraz tenhalaşmaya başlamıştı ki... ülkenin ve miletin geleceğini düşünmeyen danıştay, bu rehabilitasyon hareketine daha fazla tahammül edemeyerek mevcut yasağı anayasa mahkemesine dava etti.

sigara yasağının "kahvehaneleri" kapsayan bölümünün iptali, şu an anayasa mahkemesinin üyeleri tarafından istişare ediliyor; şayet iptal gerçekleşirse tüm kapalı mekanlar için emsal teşkil edecek ve anayasa mahkemsine başvurular devam edecek... peki bu nedemek?

kapalı mekanlarda, tiryakilerin ağızlarından ortama savurdukları nefes soslu zehirleri koklamak ve solumak zorunda kalmamız demek...

peki bu rezilliğe seyirci mi kalacağız?

elbette hayır!

"haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" diyen bir peygamberin ümmeti olarak bu haksızlığa ve yeni nesilleri teşvik edecek ve zehirleyecek olan bu zulme hayır diyelim! işte anayasa mahkemesi'nin iletişim sayfası... lütfen size yakışacak bir edeple doldurun ve gönderin... bizler vazifemizi yapalım:

http://www.anayasa.gov.tr...l=online&ref=iletisim

ırak islam devleti

2005 yılının ramazan ayında "el kaide" başta olmak üzere, ıraklı bazı direniş grupları tarafından kurulan, batı ve orta ırak'ı kapsayan ve kerkük'ü de içine alan devlet.

zengin fakir ayırımı ve islam

islam, insan fıtratının ve toplum psikolojisinin nabzını en güzel şekilde tutan, kaynağının ilahî olduğu apaçık bir dindir.

kur'an-ı kerim'de yer alan nisa suresi 135. ayette rabbimizin ne dediğine bakalım:

"siz ey imana ermiş olanlar! sizin, ebeveyninizin ve akrabalarınızın aleyhine de olsa, allah rızası için hakikate şahitlik yaparak adaleti gözetmeye azmedin. o kişi zengin de olsa fakir de olsa, allah'ın hakkı onların her birinin hakkının önüne geçer. öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. çünkü, eğer hakikati çarpıtırsanız, bilin ki allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır."

ayette açık ve net olarak görüldüğü üzere, insan onurunun ve toplum haysiyetinin tecelli ettiği yer olan hukuk alanında, zengin ve fakir ayrımı yapılmadan adaletli olunması emredilmektedir!

yalnız burada dikkat edilecek husus, ayetin kimleri muhattap aldığıdır! dikkat ettiyseniz ayet: "ey imana ermiş olanlar" demektedir! peki bundan ne anlamalıdır?

şayet siz, bu gün hukukun vesayetinden, sınıf ayrımı gözettiğinden, haksız olanların -bir şekilde- haklı olarak lanse edildiğinden şikayetçiyseniz... ve bu şikayetinizi, "yüzde doksan küsürünün müslüman olduğu iddia edilen bir ülkede" dillendiriyorsanız! ortada hem ciddi bir garabet, hemde görülmesi ve anlaşılması gereken ciddi bir gerçek var demektir!

madem yüde doksan küsürü müslüman bir ülkede yaşıyoruz ve madem şu an hukukun temel taşını oluşturan insanlar bizlerin içinden çıkıp o makamlara oturdu... neden yüzde doksan ksürü müslüman olan ve bu müslümanların içinden çıkıp o makamlara oturan insanlardan bu konuda şikayetçiyiz? biz mi onları yetiştiremedik? yoksa onlar mı, inançlarımıza ve bizlere ihanet ediyorlar?

nüfusunun yüzde doksan küsürü, kur'an-ı kerim'e karşı saygılı olan bir ülkede; nasıl olupta askeriye, hukuk ve benzeri önemli noktalara, islam'ı ve kur'an-ı kerimi yok sayan, önemsemeyen insanlar yerleşti? yüzde doksan küsürlük kesim neyi unuttu? neyi eksik bıraktı?

şapkayı önümüze alıp ne zaman düşünmeye başlayacağız?